Siyasi, ekonomik, kültürel ve spor dünyası açısından ülke gündemi zaten malum.
Ama ben bir başka konu olan sokakları yazmak istedim bu hafta…
Geçtiğimiz günlerde yine bir ana haber bültenini izliyorum. Kanal ismi fark etmiyor, baktığım birçok kanalda maalesef bu kötü görüntüleri görmek mümkün… Konu o görüntülerin kanalda çıkması değil elbette… O görüntülerin ta kendisi… Yıllardır arta gelen bir cinayet furyası ülke gündeminden bir türlü çıkmıyor. Bıçakla yaralamalar, silahla veya tüfekle öldürmeler, daha kötüsü yakarak öldürmeler… Bu insanlık nereye gidiyor böyle? Sadece 200 bin TL borcunu vermiyor diye bir baba ve oğul elleri bağlı bir şekilde yakarak öldürüldü. Yanlış okumuyorsunuz, maalesef yakılarak vahşice ve kindar bir hisle öldürüldü. Bir insan nasıl böyle kin güdebilir, aklımın terazisi inanın almıyor.
Sadece bu da değil. Herkes patlamaya hazır bir bomba… Özellikle sürücüler… Sabah saatlerinde Afyonkarahisar’da çok denk geldim ama hiçbirini yazmadım. Küfürler havalarda uçuşurken, kendini kaybeden gençlerin büyüklerine olan saygısız tutumları vs. vs. birçok konu. Motorunda oluşan bir çizik yüzünden neredeyse babası yaşındaki insanı dövecek. Oysa ne olacak ki? Kaza ile insan ölüyor bu memlekette. Saygısızlığın tavan yaptığı günümüzde bir başka kanayan yara ise, kadın cinayetleri maalesef. İstemiyorsa zorlamayacaksın arkadaş. Dünya senin etrafında dönmüyor. Vay efendim neymiş?, ‘Benden nasıl boşanırmış?’ Sonrası yine sokak katliamı. İzlediğim haber bülteninin kalan haberleri de aynı formatta. Öldüreni mi ararsın, kavga edeni mi ararsın, asayiş olaylarına girmedim bile.
NEFRETİ DEĞİL MERHAMETİ ÇOĞALTMALIYIZ
Bir sokakta insan ölürken, hepimiz biraz daha ölüyoruz. Bir şehir düşünelim. Kaldırımlarında çocuk sesleri değil, silah sesleri yankılanıyor. Bir sokak hayal edin. Adımların huzur değil, tedirginlik taşıdığı bir sokak. Ve bir insan düşünün. Daha birkaç dakika önce yaşarken, bir başka insanın elinde can veriyor. Sebep ne olursa olsun; öfke, intikam, çıkar ya da sadece bir anlık cinnet. İnsan, insanı sokak ortasında öldürüyor. Ve biz, yalnızca izliyoruz. Eskiden bir cinayet haberi günlerce konuşulurdu. Artık her gün birkaç ölüm haberini aynı soğukkanlılıkla okuyoruz. Kamera görüntülerinden izliyoruz: Biri yere yığılıyor, diğeri kaçıyor. Arkada kalan tek şey, yere düşen bir bedenin gölgesi ve vicdanımıza çöken karanlık. Sokaklar artık yürümek için değil, kaçmak için. Konuşmak için değil, susmak için. Toplum, bir cinnet halinin içinde yuvarlanıyor ve her geçen gün daha da duyarsızlaşıyoruz. En korkunç olanı da şu ki maalesef her şeye alıştığımız gibi buna da alışıyoruz. Susmamalıyız. Her ölümde içimize kapanmak yerine, adaletin sesini yükseltmeliyiz. Nefreti değil merhameti çoğaltmalıyız. Sokaklarımızı karanlığa teslim etmemeliyiz. Ve en önemlisi, çocuklarımıza öfkeyle değil; sevgiyle yaklaşmayı öğretmeliyiz. Çünkü bir sokakta insan ölüyorsa, sadece o insan değil, insanlık da ölüyordur.
++++
HALKIN KARAOĞLAN’I: MUSTAFA BÜLENT ECEVİT
Adalet, vicdan, çalışkanlık ve halk sevgisi… Dürüstlük ve alçakgönüllülük… Şiir, edebiyat ve sanat… Ve tabi ki Nazım Hikmet şiirleriyle yoğrulması… Hep O’nu anlatıyordu.
Mavi gömlekli bir devrimci vardı. Türkiye siyasi tarihinin en özgün ve etkili isimlerinden biriydi O. Yaşamı ile herkese örnek olan şair, gazeteci büyüğümüz, unutulmaz devlet adamı, merhum Başbakanımız rahmetli Mustafa Bülent Ecevit’ten bahsediyorum. Bugün 28 Mayıs ve Bülent Ecevit’in doğum günü… İyi ki doğmuş ve iyi ki ülkemize hizmet etmiş… Kendisini rahmet ve saygıyla anıyoruz.
HALKIN GÖNLÜNDE İZ BIRAKTI
O, yalnızca bir lider değil; aynı zamanda halkın güvenini kazanmış, mütevazılığı ve ilkeleriyle tanınmış bir Cumhuriyet neferiydi. Bülent Ecevit, siyasette duruşuyla olduğu kadar sade yaşam tarzıyla da konuşulurdu. Kravat takmadan meclise girmesi, halkla iç içe yürüttüğü kampanyalar ve çalışkanlığı onu sıradan bir politikacı olmaktan çıkarıp “Karaoğlan” olarak gönüllere taşıdı. Bu lakap, Anadolu’nun dört bir yanından yükselen sevgi ve güvenin bir yansımasıydı. Onun liderliğinde yükselen anlayış, sosyal adaletin, emeğin, halkçılığın ve özgürlükçü demokrasinin birleştiği bir çizgiyi temsil etti. Ecevit, sol düşüncenin Türkiye’de halkla barışmasını ve kökleşmesini sağlayan kilit isimlerden biri oldu. 1974’te başbakanlık koltuğunda oturan Ecevit, Kıbrıs Türklerine yönelik baskılara son vermek adına tarihi bir karara imza attı. “Biz aslında savaş değil, barış için gidiyoruz” diyerek başlattığı Kıbrıs Barış Harekâtı, hem Türkiye’nin kararlı duruşunu hem de onun cesaretli liderliğini gösteren dönüm noktalarından biriydi. Bu operasyon, Ecevit’in halk nezdindeki itibarını daha da artırdı ve onu uluslararası alanda tanınan bir lider haline getirdi. Onu sadece bir siyasetçi olarak değil, halkın içinden çıkmış bir lider, vicdanlı bir devlet adamı, sade bir aydın olarak anmak gerekir. Çünkü Bülent Ecevit, makamların değil; halkın gönlünde iz bırakanlardandı.
+++
FİLİSTİN’DE VİCDANIMIZ ÖLÜYOR
Her sabah ciğerimizi parçalayan bir başka haber de Filistin’den geliyor. Düşünsenize küçücüksünüz ve yaşadıklarınız sanki bir oyun… Ama oradaki çocuklar evlerinde, okullarında, oyun oynarken, uyurken en kötü gerçekle yüz yüze kalıyorlar. Binlerce masum çocuk yaşamını yitirdi, yaşlılar, kadınlar… Gözyaşı ve kan hiç dinmiyor. Okurken ve izlerken içimiz sızlıyor burada. Mesleğimiz gereği soğuk kanlı davranmaya çalışsak da vicdan el vermiyor bu yaşananlara… Bombaların, kurşunların, yoksulluğun ve çaresizliğin ortasında hayatlarını kaybediyorlar. Bu çağda, dünyanın gözü önünde çocuklar ölüyor ama kimse görmüyor. Savaşların en ağır bedelini her zaman çocuklar ödüyor. Ne siyasi dengeleri bilirler ne tarihsel ihtilafları. Tek bildikleri, bir sabah uyanamamak; annesiz, babasız kalmak ya da en sevdiği oyuncağın yerinde bir enkaz bulmak. Filistinli çocukların kaderi, bombalar altında büyümek ve çoğu zaman büyüyememek. O küçücük ellerin tutması gereken şey oyuncaklardı, defterlerdi. Ama şimdi ya bir mezar taşını tutuyorlar ya da annenin cansız bedenine uzanıyorlar. Korkuyla, şaşkınlıkla, susarak…
++++
ALİ ASAF’IN MİLLETİ VARDI YANINDA
Ülkemiz de güzel görüntüler de var elbette. Haftanın en güzel haberiydi bence…
Ali Asaf… Kanseri yenen küçük bir kardeşimiz. Hayatının baharında, oyun çağında ama günlerini hastane koridorlarında geçirmiş. Henüz küçük yaşında, en büyük savaşlardan birini verdi: Kanserle savaştı. Ve kazandı. Bu sadece bir iyileşme değil. Bu, umudun adı oldu. Sessiz duaların, gözyaşlarının, bekleyişlerin, mucizeye olan inancın vücut bulmuş haliydi. Ali Asaf, o son tahlil sonucuyla sadece sağlığına kavuşmadı; kalpleri de kazandı. Babası çok mutlu oldu. Bu sevincini herkesle paylaşmak istedi. Paylaşımında “Bizim kimsemiz yok” demişti. Ama öyle değildi gerçek olan. Çünkü onların da kimseleri vardı. Yüce Türk Milleti ve binlerce kalp. Milletimiz, öyle bir millet ki, vicdanlı, güzel yürekli ve merhametli… Bu haberi duyan herkes, sanki kendi çocuğu iyileşmiş gibi sevindi. Hastane çıkışında onu karşılamak için insanlar akın etti. Elinde balonlar, pankartlar, gözlerinde sevinç yaşlarıyla… Bir anda kardeşlik duygularıyla Ali’yi kucaklayıverdiler. Herkes Ali ile balon uçurdu o gün.
Hoş geldin Ali Asaf, hayat seni bekliyor. Artık sokaklar seni bekliyor. Koşacağın yollar, güleceğin günler, oynayacağın arkadaşların var. Sen sadece bir hastalığı yenmedin; korkuyu yendin, çaresizliği yendin, karanlığa inat ışık oldun. Ve biz, sana koşan herkes, bugün bir şeyi daha öğrendik: Hayat, bazen bir çocuğun gülüşüne yeniden başlar.
Sevgiyle kalın… Umutla kalın…