Yazımın başlığını okuyup da ‘Gül yâreler mi?’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Tabi ki, bu söz benim değil; haksızlığa direnen Pir Sultan Abdal’ın. Öğrencisi Hızır Ali çok zeki bir öğrenci olduğu için İstanbul Enderun’a çağrılır. Hızır, gitmek için çok heveslidir… Pir Sultan öğrencisini çağırır ve: “Gitme oralara! Oraların alavere dalaveresi seni bozar” der.
Hızır’ın gözü yükseklerdedir gitmek ister. Pir Sultan:
“Oralarda büyük küçük bilmez hırsa kapılırsın, şehvetin kucağına düşer, geçmişini siler unutursun. Öz be öz Anadolu kültürüyle yetiştireyim ben seni.” Hızır:
“Hocam bugün neysem, yarın da oyum. Gelişemem, değişemem. Ben okyanuslarda, kulaç atmak istiyorum” ve gider İstanbul’a, sadrazam olur. Bir isyandan dolayı Pir Sultan suçlu bulunur, idam edilecektir. Hızır Paşa hiç tanımaz öğrencisini! Hatta darağacına giderken taşa tutulmasını emreder taş atmayanların “Kellesi vurulacak!” diye fermanda çıkarır. Meydanda bulunanlar taşlarını Pir Sultan’a atmaya başlarlar fakat taşlar değmeden düşer. Pir Sultan’ın Musahibi (Can dost) Ali Baba, taş yerine gül atar Pir Sultan’a. Atılan gül keskin bıçak gibi yaralar, kanı akmaya başlar… O zaman şu mısralar dökülür dilinden:
“Şu kanlı zalimin ettiği işler,
Garip bir bülbül gibi zareler beni,
Yağmur gibi yağar başıma taşlar,
İlle dostun gülü yâreler beni.
Bir derdim var idi şimdi elli oldu,
Dar günümde dost düşman belli oldu,
Ecel fermanı boynuma takıldı,
İlle dostun fiskesi yâreler beni.”
Pir Sultan, idam edilir! Şiirleri dillerde dolaşır. Hızır paşanın mezarı bile kalmamıştır geriye.!
Geçtiğimiz Perşembe akşamı bir dostum telefonla ardı beni: “Hocam Cuma günü, eski Halk Eğitim Salonu’nda oğlumun nikahı var, mutlaka bekliyorum.” Davete icabet edilir. Dost için çiğ tavuk bile yenilir” değişlerimiz gereği gittim. Nikah kıyıldı, büyük büyük biri, salonda bulunanların tek tek ellerini sıktı. Bizim sıraya gelince daha da büyüdü, ben çok küçük kaldığım için göremedi, atladı beni ve arkadaşımı. Biz davete icabet ettik ve çiğ tavuğu da yemiştik zaten.
Hani adamın biri oğluna, ‘Adam olamazsın’ der dururmuş yaptıklarını görünce. Bir zaman sonra sadrazam olmuş oğul, Hızır Paşa gibi. “Hemen babamı getirin saraya!” ferman buyurmuş. Zabitler, yaka paça getirmişler babayı. Oğul:
“Baba, hep adam olamazsın” der dururdun, bak sadrazam oldum!” Baba:
“Sadrazam olamazsın demedim, adam olamazsın dedim, olsaydın yaka paça huzura almazdın, kendin gelirdin yanıma.”
William Shakepear: “Bir kişinin sonunu görmeden iyi veya kötü demeyiniz der.”
Hani bizim bir balta hikayesi vardır. Oduncu ormana gitmiş, elindeki baltayla ağaçlara her vuruşunda ağaç dile gelir ‘Ah!… Ah…’ diye inlermiş. Oduncu: “Ne inleyip duruyorsun?” dediğinde, ağaç: “Senin sapın bizden de ona ah eder, inlerim…”
Söze Pir Sultan’la başladık onunla bitirelim:
“Yürü be Hızır Paşa,
Senin de çarkın kırılır,
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir.”
Mutlu kalınız….