Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Ferhat YÜKSEL
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Cumhuriyetimizin Öğretmenleri

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz bir millet adını alma yeteneğini kazanamamıştır.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Köşe yazıma başlamadan önce, tek Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, ilk öğretmenim Recep Yılmaz ile birlikte hayatımıza renk katan, bizleri yetiştiren, iyiye, güzele, doğruya ve geleceğimizin aydınlık günlerde şekil almasına vesile olan tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü yürekten kutluyorum. ++++ ÖĞRETMENLERİMİZ, CUMHURİYET İLE HER ZAMAN ‘IŞIĞIMIZ’ OLACAK Muasır medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başöğretmenliğinde, Cumhuriyetimizin ışığında hepimizin unutulmaz değerleridir öğretmenlerimiz… Yıllar geçtikçe bizlerin yolunu aydınlatan, bizi biz yapan değerleri kazanmamızı sağlayan öğretmenlerimizi, Cumhuriyet öğretmenlerimizi anlatmaya kalksak, ne kelimeler yeter, ne de sayfalar… İnanıyoruz ki, 100. yılını coşkuyla kutladığımız Cumhuriyetimiz var oldukça Cumhuriyet öğretmenlerimiz de bu kutsal görevlerinde bizim başımızın tacı olmaya devam edecekler. Süslü kelimelerin ışıltılı kalabalığı olmadan hepsine minnettarız. ++++ TOPRAK MİSALİ YOK OLAN YÜREKLER İnsanın toprakla, dağdaki taşla, ovadaki çalı dikeniyle, Doğduğu; doğar doğmaz suyunda yıkandığı, havasıyla nefesini aldığı, düştüğü, kalktığı, dizlerini kanattığı yerle bir bağ vardır. İşte o bağın adı memlekettir. İnsanı insan yapan değerler vardır. Nedeni ve niçini olmayan değerler… Hayal kurmanın yanı sıra, paralel giden hayat… Gerçeklerin içinde varoluş hikayeleri ile doludur hayat… İklimin bozulan yanlarında kararan toprak misali yok olan yürekler…(detaylar ileriki günlere) ++++ 29 EKİM 1938 Cumhuriyet Bayramı. Artık Büyük ATA’nın sağlık durumu oldukça kötü. Odasında, yarı uyku halinde, bitkin bir şekilde yatıyor. Yaşamından umut kesilmiş, her an her şey olabilir. Oysa o, Ankara’daki törenlere katılmak istemiş, hatta hipodromda, ATATÜRK’ün şeref locasına yorulmadan çıkabilmesi için bir asansör yaptırılmış, ama ne mümkün! ”Ne olacaksam orada olayım!” diyen ATATÜRK doktorlara, “Bütün sorumluluk benimdir. Ankara’ya mutlaka gideceğim!” demiştir ama artık yatağından bile kalkamamaktadır. O sırada Dolmabahçe Sarayı’nın önünden çok yakın geçen bir vapurun içerisi, Askeri Lise öğrencileriyle dolu… Cumhurbaşkanlığı boyunca ilk kez Ankara’daki törenlere katılamayan ve durumu oldukça ağır olan ATATÜRK’ü görmek isteyen öğrenciler, gözyaşları içerisinde, ellerindeki bayrakları, çiçekleri ve şapkalarını sallayarak haykırıyorlar: “ATAmızı görmek istiyoruz!” Sonra birden hep bir ağızdan söylemeye başladıkları İstiklal Marşı ile Dolmabahçe Sarayı inliyor. Bu sırada yanında manevi kızı Gökçen olan ATATÜRK, gençlerin sesini duyarak heyecanlanır, yatağında doğrulur ve heyecanla pencereden bakan Sabiha Gökçen’e seslenir: “Bak Gökçen, gençlerimin sesi…Duydun mu beni istiyorlar?” “Evet Paşam” der Gökçen… “Bir vapur dolusu genç. Askeri Lise öğrencileri. Cumhuriyet Bayramı törenlerinden dönüyor olmalılar.” ATATÜRK: “Çocuklarım… Benim çocuklarım…” diye fısıldar, gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Bu sırada içeriye doktor Neşet Ömer ve Salih Bozok girer. ATATÜRK heyecanını onlarla paylaşır. “Duyuyor musunuz?” “Evet Paşam” derler gözleri dolarak. “Duyuyoruz…” Onlar, Cumhuriyeti emanet ettiğim gençlerimiz” der gururla ATATÜRK. Sanki bir anda iyileşmiş, güçlenmiş gibidir. ATATÜRK’ün odasının yanındaki nöbet odasında Kılıç Ali, pencereyi açmış, gençlere “Gidin!” diye işaret etmektedir. Oysa gençler iyice coşmuştur. “Yaşa ATATÜRK, Varol ATATÜRK!” diye bağırmakta, bazı gençler vapurdan suya atlayarak, saraya doğru yüzmeye çalışmakta, “ATAmızı görmek istiyoruz!” diye haykırmaktadır. “ÇOCUKLARIMI GÖRMEK İSTİYORUM…” ATATÜRK: “Çocuklarımı görmek istiyorum. Buraya kadar gelmişler, hiç değilse onlara el sallamalıyım, beni pencereye götürün!” emrini verir. Doktor Neşet Ömer “Fakat Paşam…” diyecek olur, ATATÜRK doktorun itirazına sertçe yanıt verir: “Nedir fakat?” Doktor susar. Salih Bozok hemen pencere önüne bir koltuk koyar. Sonra ATATÜRK’ü giydirirler. Bu giyinme ona büyük ıstırap verir ama yüzünden boncuk boncuk terler süzüldüğü halde, sesini çıkartmaz. Sonra nöbet odasından koşup gelen Kılıç Ali’nin de yardımıyla ATA’yı penceredeki bir koltuğa götürüp oturturlar. ATATÜRK giyinmiş, başı dik, sanki hiç günleri sayılı bir hasta değilmiş gibi, gençlere gülümseyerek el sallar. Gençler ATATÜRK’ü pencerede görünce, iyice coşarlar, sanki denizde kıyamet kopar. Hep beraber alkışlayıp, “Büyük ATATÜRK” diye haykırdıklarında, yer gök inler. Gençlerden birkaçı daha üniformalarıyla vapurdan atlayarak ATA’larına doğru yüzmeye, marşlar söylemeye başlar. Bu manzarayla duygulanarak ağlayan ATATÜRK’ün gençlere salladığı eli, gittikçe gücünü kaybederek yana düşer. Gözyaşları içerisinde: “Yoruldum…” der. Kılıç Ali ve Salih Bozok, onu koltuğu ile kucaklayarak, yatağının yanına getirirlerken, dışarıdan gelen coşku sesi, gittikçe yükselmektedir. Paşanın “Onları gördüğüm için mutluyum” derken, yumduğu gözlerinden ip gibi yaşlar süzülmektedir… BAZI BORÇLAR ÖDENMEZ Sevgi, saygı ve minnetle… (Sabiha Gökçen’in anılarından.) Sevgiyle kalın… Umutla kalın…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER

Reklamı Geç
Sayın Gayrimenkul