Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor. Bildirimlere göz atıyoruz. X’te son TT neymiş? Yine kim, kime, ne demiş? Dolar kaç olmuş, benzine ne kadar zam gelmiş? Hangi siyasetçi hangi kürsüde bağırmış? Ekonomi niye yine uçurumda? Bir olay olmuş, iki kişi kavga etmiş, üç kişi hakaret etmiş. Beş dakika içinde tüm bunlarla boğuluyoruz.
Günün henüz başında ruh hâlimiz şekillenmiş oluyor: sinirli, yorgun, gergin.
Ve sonra…
Gün boyunca karşılaştığımız her insana bu ruh hâlini yansıtıyoruz. Trafikte, market kuyruğunda, sosyal medyada. Tahammülsüz, sabırsız, yargılayıcı bir topluma dönüştük. Herkes patlamaya hazır bir bomba gibi.
Ama bir durun.
Gerçekten soruyorum:
Hayatınızda hoplayıp zıplayarak geçirebileceğiniz kaç yaz kaldı?
Kaç gün daha çocuklarınızla şen kahkahalar atabilirsiniz?
Kaç sabahı kahve eşliğinde sakince kuş cıvıltılarıyla karşılayabilirsiniz?
Kaç dost sohbetine zamanınız kaldı, bir çay demleyip derin bir “nasılsın” diyebileceğiniz?
Şimdi düşünün.
Bugün hararetle tartıştığınız konu, beş yıl sonra hayatınızda nerede duracak?
Yüzünüzü buruşturan o haber, yıllar sonra sizi gerçekten etkilemiş olacak mı?
Hayatınızı geçirdiğiniz ekran başında kaç güzel anı biriktirdiniz bugüne kadar?
Hayat geçiyor. Her gün biraz daha. Gündem hep değişecek, kavga bitmeyecek, zamlar olacak, seçimler gelecek. Ama sizin baharınız, yazınız, hayatınız yeniden gelmeyecek. Bu anı, bugünü bir daha yaşamayacaksınız.
Ne zaman mutlu olacağız biliyor musunuz?
Gündemden kaçtığımızda değil, ona rağmen nefes almayı başardığımızda.
Sistem düzelince değil, içimiz düzeldiğinde.
Başkaları susunca değil, biz kulaklarımızı gerektiğinde kapatmayı öğrendiğimizde.
Bu hafta sosyal medya molası verin. Haber bültenlerinden uzak durun. Bir parkta yürüyün. Sevdiğiniz birini arayın. Sessizce bir bankta oturup gökyüzüne bakın. Kendi iç sesinizi dinlemeyi deneyin. Çünkü belki de hayatta en çok unuttuğumuz şey bu: kendi sesimizi.
Kısacası:
Bir kavganın, bir zam haberinin, bir siyasi tartışmanın değil…
Bir yazın, bir gün batımının, bir dost kahkahasının kıymetini hatırlayın.
Zaman geçiyor, evet. Ama nasıl geçtiği sizin elinizde.
Ve tekrar soruyorum:
Hayatınızda hoplayıp zıplayarak geçirebileceğiniz kaç yaz kaldı?
YORUMLAR