Sedat Cengiz satış ve müşteri ilişkilerine böyle bir yaklaşım getirdi. Bu yaklaşımın temeli belirttiğimiz gibi, İstanbul’un Tahtakale piyasasındaki sisteme dayanıyordu. Yani toptan sattığı ürünleri perakende satarken de toptan satış fiyatlarıyla satıyordu. Bu aynı zamanda ucuza satmak ama sürümden kazanmak anlamına geliyordu. Bu uygulama Antalyalıların hemen dikkatini ve ilgisini çekti. Satışları birden çığ gibi büyüdü. Öyle ki yoğun ve hızlı satış nedeniyle raflara ürün yetiştiremiyordu. İşleri çok iyi gidince Çallı’yı hedefine aldı. 1999 yılında Çallı’da, hırdavat, kırtasiye ve züccaciye ağırlıklı, ucuzluğun simgesi olan büyükçe bir mağaza daha açtı ve adını İstanbul’daki Tahtakale’den esinlenerek Tahtakale İş Merkezi koydu. Böylece Antalya’da ileride Tahtakale Spot adını alacak olan mağazalar zincirinin Tahtakale ibareli ilk nesli ortaya çıktı.
Sedat Cengiz, market zinciri sistemine farklı bir satış ve müşteri ilişkisi yaklaşımı getirerek, ticaret anlayışını değiştirdi.
Çallı’da açılan bu alışveriş merkezi, Antalyalılar tarafından büyük bir ilgi gördü. Müşterilerin alışveriş alışkanlıkları değişti. Bir süre sonra Doğu Garajı’nda daha geniş alanlı büyük bir şube daha açıldı. Açılışta büyük bir kalabalık ve izdiham vardı. Öyle ki, mağazanın kapısı defalarca kapatılarak, içeridekilerin çıkması beklenerek doldur boşalt yapılmak zorunda kalınmıştı. Doğu Garajı’ndaki Tahtakale Alışveriş Merkezine olan ilgi aynı yoğunlukla hiç azalmadan devam edince, Sedat Cengiz bu mağazaları çoğaltmaya ve adlarını da Tahtakale Spot şeklinde değiştirmeye karar verdi. Bundan sonra da vefat ettiği 31 Aralık 2022 tarihine kadar Antalya merkezde ve ilçelerinde, Burdur ve Muğla’da, her biri 50 bin çeşit ürün satan 75 adet Tahtakale Spot Alışveriş Merkezi açtı. Bu inanılmaz bir tırmanış ve zirveye varış serüveniydi. Vefatından sonra mağazaların başına geçen oğlu Usame Fatih Cengiz, açılışları yarım kalan şubeleri de açarak bu sayıyı 80’e çıkardı.
Babası gibi Milli Görüş davasına inanan ve babası gibi iyi ahlâklı ve yüksek karakterli bir evlat olan Usame Fatih Cengiz, babasının kurduğu TAHTAKALE Spot markasını özenle korumakta ve yaşatmaktadır.
Tahtakale Spot Mağazalarında Yaşatılan Bir Ahde Vefa…
Hangi Tahtakale Alışveriş Merkezi’ne giderseniz gidin, o mağazaların hemen girişinde, sağında veya solunda mutlaka bir anahtar reyonu ve tezgâhı görürsünüz. İş yapsın yapmasın o reyon mutlaka vardır, zira o reyonların çok anlamlı sembolik bir manası vardır. Bu sırf ticaret amacıyla yapılan bir uygulama değildir. Hatta bir çoğu çok fazla iş bile yapmaz ama illaki her mağazada vardır. Bu, Tahtakale Spot zincirinin doğma sebebi olan GüllükCaddesi’ndeki o seyyar anahtarcılık faaliyetinin anısına bir ahde vefadır. Bu vefa, tarihî ve manevî bir ilke olarak tüm Tahtakale şubelerinde yaşatılan ve bundan sonra açılacak olan şubelerde de Sedat Cengiz’in hatırası için yaşatılacak olan bir uygulamadır.
“Sen hele bir dükkân aç. Ondan sonrası Allah Kerimdir Sedat.” demişti bir dost… Tahtakale Spot 1500 çalışanıyla bugün 80 şubeli devasa bir zincirdir.
Tuncer Bey, ben Tahtakale Spot’un Sahibi Sedat Cengiz…
O telefon gelene kadar ben Sedat Cengiz’i ne tanırdım ne de onunla görüşmüşlüğüm vardı. TAHTAKALE Spot’u bilirdim ama sahibi kimdir diye hiç merak etmemiştim. Bunları o telefon geldikten sonra öğrendim.
2018 yılının ilk aylarıydı. Evimde çalışma masamın başında oturmuş, batık daha doğrusu batırılmış sanayici ve iş insanı Halil Bezmen’in hayat serüvenini yazıyordum. Telefonum çaldı. Ekrana yansıyan numara, bildiğim, tanıdığım bir kişiye ait değildi. Telefonumu açtım ve ‘Buyrun.’ dedim karşımdakine.
—Selamünaleyküm Tuncer Bey, ben TAHTAKALE Spot Alışveriş mağazalarının sahibi Sedat Cengiz. Sizi meşgul ettiğimiçin kusura bakmayın.
—Aleykümselam Sedat Bey, Meşgul etmek ne demek? Buyrun… Niçin aramıştınız beni?
—Sizi gıyabınızda tanıyorum. Rahmetli Necmettin Erbakan ve Millî Görüş Davası hakkında, ‘MUKADDES KAVGAM’ adlı bir kitap yazmışsınız. Kitabınızı dikkatle okudum. Sizi oradan tanıyorum. Antalya’da yaşadığınızı bilmiyordum. Tesadüfen sizi tanıyan bir dostumdan öğrendim. Zahmet olmazsa sizinle uygun bir saatte baş başa görüşebilir miyiz?
—Tabii Sedat Bey. Görüşelim inşallah.
Konuşmamız bu şekilde geçmişti. Ertesi gün TAHTAKALE Spot’un en büyük alışveriş mağazalarından biri olan Varsak yolundaki şubede buluşmaya karar verdik ve kararlaştırdığımız vakitte orada buluştuk. Onu orada mağazanın unlu mamuller bölümünün düzenlemesini yaptırırken buldum. Mağaza yeni hizmete girmiş ama içerideki reyonlar tam tanzim ve tertip edilememişti. Sedat Bey, yanındaki teknisyen, ustabaşı ve personelden birkaç kişiyle beraber reyonların tanzim ve tertibini yapmak için uğraşıyordu. Bir personel nezaretinde yanına gitmiştim. O personel benim geldiğimi söyler söylemez, hemen arkasına döndü ve gülümseyen bir yüzle ‘Hoş geldiniz Tuncer Bey.’ diyerek elini uzattı. Tokalaştık ve toslaştık.
‘Buyurun odama çıkalım, orada hem konuşur hem de çay kahve içeriz.’ diyerek, mağazanın ortasında bir yere yapılan bir asma kattaki odasına çıktık. Dar ve küçük bir odaydı. Bunun sebebi, buranın asıl çalışma mekânı olmaması, arada bir mağazayı ve personeli denetlemek için uğradığında namaz kılmak, çay, kahve içip dinlenmek için tanzim edilmiş olmasıydı. Sohbet sırasında asıl çalışma mekânının Dokuma semtindeki bir ara sokakta bulunan merkez binasında olduğunu söyledi. Tanışma, kaynaşma faslı bittikten sonra sadete gelindi.
—Sizi çağırmamın sebebi şu; Siz birkaç adet biyografi kitabı yazmışsınız. Demirel, Erbakan, Che Guevara, Karl Marx, Mehmet Cadıl, Ressam Nuri Sezen, Süleyman Soylu… Hepsini de internetten buldurup getirttim. Erbakan ile ilgili yazdığınız kitabı da okudum. Erbakan’ın Millî Görüş davasını aktarmışsınız. O kitapta bazı eksiklikler ve hatalar gördüm. Onları zaten konuşuruz ama ben size şimdi yeni bir Milli Görüş Kitabı yazdırmak istiyorum. DAVAM diye bir kitap var. Onu okudunuz mu hiç?
—Tabii ki okudum. Çünkü o kitabın nasıl yazıldığını ve yayınlandığının canlı tanığıyım. Millî Gazete’nin Ankara bürosunun ve Ankara müdürü Mustafa Yılmaz ve arkadaşlarının yaptığı en güzel işlerden biridir. Çok iyi bir eser hazırlamışlar. Erbakan’ın hatırasına en büyük vefadır. O kitabı ilk bana hazırlattılar. Ancak benim kitabım Erbakan’ın ağzından yapılan 1. Tekil şahıs anlatımıyla değil, dışarıdan yapılan bir anlatımla hazırlanan bir formattaydı. İstiyorlardı ki, davayı Erbakan’ın kendisi anlatsın. Bu sebeple baştan sonuna kadar kitabın formatını değiştirdiler. Ortaya bambaşka bir kitap çıkmıştı. Çok da iyi yapmışlar. Erbakan hem kendisini, hem mücadelesini hem de davasını kendi ağzından anlatıyor. Mükemmel hazırlamışlar. Benim hazırladığım kitabı ise iptal edip atmaya kıyamadım. Çünkü çok ama çok emek vermiştim. O dönemde FETÖ denen şer hareketi çok üzerime geliyordu. Evim aranmış, bilgisayarlarıma girilerek dosyalarım boşaltılmış, kitaplarımdan ikisi de toplatılmıştı. Berikan Yayınevinin bastırdığı ‘Şemdin Sakık’tan Mektuplar’ adlı kitabıma OSTİM’dekidepoda el konulmuş, 50 bin kitabın satımı dağıtımı yasaklanmıştı. Maddi sıkıntılar ve borçlar içindeydim. Ben de bunun üzerine basılmayan o kitabı MUKADDES DAVAM adıyla başka bir yayınevine verdim. İkisi aynı formatta değildir. İlk baskısındaki künyede benim de adıma yer verilen DAVAM yüzbinlerce sattı. Piyasadaki en iyi Erbakan kitabıdır. Tamamen Milli Gazete Ankara Bürosu’nun emek ve gayretinin ürünüdür.
—Anladım. Mukaddes Davam kitabını okudum Tuncer Bey. Ben lise yıllarımdan beri bu davanın içindeyim. Erbakan’ın neredeyse canlı arşiviyim. Bazı eksiklikler ve hatalar gördüysem de siz elinizden geleni yapmışsınız ve o kitabı hazırlamışsınız. Allah razı olsun sizden. Ancak ben size şimdi yeni bir Milli Görüş kitabı yazdıracağım. Bu kitabı ikimiz sık sık bir araya gelerek beraber yazacağız. Bu arada bir de benim hayatımı ve Tahtakale’nin serüvenini anlatan bir kitap yazmanızı da isteyeceğim.
—Sedat Bey, bilmenizi istediğim bir husus var. Ben bu kitapları yazarım ama baştan söyleyeyim ben Milli Görüşçü veya Saadet Partili değilim. Ben milliyetçi demokrat kökenli araştırmacı bir yazarım. Yazacağım kitaplar sizin umduğunuz gibi olmayabilir.
— Endişelenmeyin kardeşim. O kitapları beraber yazacağız zaten. Sık sık bir araya gelerek size arşiv desteği yapacağım. Yazdıklarınızı kontrol edeceğim. Size destek vereceğim. Benim bilgim var ama kalemim yetmiyor. Sizin de kaleminizi iyi gördüm. Bu kitapları bize hazırlayın. Gençlere ders ve eğitim kaynağı olarak dağıtacağım.
Sedat Cengiz ile o gün iki saate yakın sohbet ettik. Sedat Bey Millî Görüşçüydü ve Saadet Partisi’nin Antalya İl yöneticilerindendi. Partinin Genel İdare Kurulu üyesiydi. Bu cihetle, Milli Görüşçü Antalya Anadolu Gençlik Vakfı’nın eğitim ve seminer çalışmalarında kullanılmak üzere, benden üç parça kitap hazırlamamı istedi. Bunlar, 1-Tüm Yönleriyle Millî Görüş Davası, 2- Adil Düzen, 3- Ağır Sanayi adlı kitaplardı. Aramızda sözlü bir anlaşma yaptık. Sözleşmeyi yazılı yapmaya gerek görmedik. Çünkü ikimiz de birbirimize inanmış ve güvenmiştik. Fakat Azrail’in ikimizin de etrafında pusuya yattığını kim tahmin edebilirdi ki?
Anlaşmamız üzerine derhal kitapları hazırlamaya başladım. Her hafta Sedat Bey’in Konyaaltı’ndaki evine gidiyor, saatlerce, gece yarılarına kadar beraber çalışıyorduk. Ev dediysem de, öyle 75 mağazası var diye, Sedat Bey’in villada falan yaşadığını sanmayın sakın. 90 metre kare, 3+1 bir apartman dairesinin ikinci katındaki bir dairede yaşıyordu. Ön cephesi caddeyi gören, arka bahçesi dar bir otopark olan mütevazı ölçekte, gösterişsiz bir daire… Ben en çok buna şaşırmıştım. Tamam, bu kadar mağazası olan bir adamın yaldızlı bir sarayda yaşamasını beklemiyordum ama belki havuzlu, yüksek güvenlikli bir rezidans ya da villa sitede yaşadığını düşünüyordum. Yaklaşık 5 ay kadar, her hafta o daireye gidip gelerek o kitapları yazmayı tamamladım. Daha doğrusu ben sadece yazdım. Çünkü Milli Görüş davasını ve tarihini ezbere bilen, Erbakan’ın tüm konferans, kongre ve seminerlerini tarih ve saatlerine kadar bilen bu adam, yazdığım tüm sayfaları dikkatle didik didik edip okuyor, sonra da değişecek veya düzeltilecek olan yerlerin altlarını çizerek gösteriyordu. İslâmî kitaplarla, Millî Görüş kitap ve ansiklopedileriyle tıka basa dolu olan o odasında, saatlerce benim adeta pestilimi çıkarıyordu. Sinirlerimi gevşeten ve beni soluklandıran tek lüksümüz, Sedat Bey’in arada bir odadan çıkıp, içinde demli ve güzel bir çay dolu bardaklar, simit ve kek tabağı olan bir tepsiyle dönmesiydi. İşte o anlarda Sedat Cengiz’in ensemde adeta boza pişiren nefesi ve kontrolü, yerini hoş ve rahatlatıcı bir sohbete bırakıyordu.