Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Öznur Kırman
Öznur Kırman

    1 Eylül’ün Yüreğindeki Yara”Gazze”

                        

Bugün, takvimler 1 Eylül’ü gösteriyor. Bu sadece bir tarih değil, aynı zamanda Dünya Barış Günü’nün yıldönümü. Bu özel gün, İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı o kara günü hatırlatarak, bize barışın ne kadar kırılgan ve ne kadar değerli olduğunu bir kez daha fısıldıyor. O gün, insanoğlunun savaşın dipsiz kuyusuna nasıl düştüğünü gördük; bu yüzden 1 Eylül, bir daha o hatalara dönmemek için bir yemin gibi duruyor önümüzde.

 

Ama barış, sadece silahların susmasıyla gelen bir sessizlik değildir. Gerçek barış, adaletle, eşitlikle ve insanlık onuruyla yeşerir. Sadece bombaların durması yetmez; asıl barış, masum çocukların gözlerindeki korkunun silinmesiyle, annelerin yüreğindeki feryadın dindirilmesiyle başlar. Barış, parçalanan ailelerin, yok olan hayallerin, çalınan geleceğin yeniden inşa edilmesidir. Ve ne yazık ki, bugün bu gerçeği en acı şekilde deneyimleyen yerlerin başında Gazze geliyor.

***

Gazze… Orası, sadece bir coğrafya parçası değil; orası, her bir sokağında, her bir evinde binlerce kişisel trajedinin yaşandığı bir direniş hali. Bir an düşünün: Orada yaşayan küçük bir kız çocuğu için barış ne anlama geliyor? Belki de parkta özgürce oynayabilmek, belki de okulda patlama sesi duymadan ders dinleyebilmek. Belki de bir annenin en büyük hayali, evladına güvenli bir yuva sunabilmektir. Oysa Gazze’de, savaşın gölgesi bu en masum arzuları bile yok ediyor.

Her bir yıkılan bina, sadece tuğla yığını değildir; o bina, içinde bir ailenin tüm hatıralarını, geleceğe dair tüm planlarını barındırır. Her bir kayıp, sadece bir sayıdan ibaret değil; o, bir babanın kolunu, bir annenin kalbini, bir çocuğun gülüşünü alıp götürüyor. Bu savaşın en büyük mağduru, masum ve çaresiz bireyler. Onların gözündeki o tarifsiz acı, bize barışın sadece devletler arası bir mesele olmadığını, asıl barışın her bir bireyin yaşam hakkına duyulan saygıyla inşa edileceğini gösteriyor.

Barış, Bir Eylem ve Vicdan Çağrısıdır

1 Eylül’de Gazze’yi anmak, bu günü sadece bir anma törenine dönüştürmekten öteye geçer. Bu, barışın hala ne kadar uzak bir hayal olduğunu kabul etmek ve bu hayali gerçeğe dönüştürmek için vicdanımızın derinliklerinden gelen bir çağrıdır. Barış, sadece “savaşma” demekle olmaz. Barış, “bu haksızlığa dur de,” “bu çaresizliğe bir el uzat,” “bu zulmü gör” demektir.

Bugün, Dünya Barış Günü’nde, barışın rengini sadece güvercinlerin beyaz kanatlarında aramayalım. Barış, Gazze’deki bir çocuğun tekrar gülebilmesinde, bir annenin huzurla uyuyabilmesinde, evlerin yeniden inşa edilmesinde gizlidir. Barış, sadece bir arzu değil, aynı zamanda bir eylemdir. 1 Eylül’de, sesimizi yükseltelim. Adalet için, insanlık için, Gazze için ve bu dünyadaki tüm mazlumlar için. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, bir yerde barış yoksa, hiçbir yerde tam anlamıyla barış yoktur.

Barış, nesillerdir süregelen anıların, ortak bir dilin ve paylaşılan umutların ördüğü, görünmez bir kumaştır. 1 Eylül Dünya Barış Günü, tam da bu anlamda, sadece bir takvim yaprağındaki tarih değil, insanlığın ortak hafızasında derin bir yara açmış felaketlerin anısıdır. Bu yara, aynı zamanda bir ulusun en temel omurgası olan barışın ne kadar kırılgan olduğunu bize bir kez daha hatırlatır ki; Toplumsal varoluş dediğimiz bu karmaşık yapı, bir zamanlar hayatın tüm ritmini belirlerken, bir anda sessizliğe gömülebilir.

***

  Bugün, bu acı gerçek en keskin haliyle Gazze’de yaşanıyor. Bir zamanlar hayat dolu sokaklar, şimdi yıkımın ve acının sessizliğine bürünmüş durumda. Bir ülkenin yok oluşu, sadece haritalardan silinmekle kalmaz; o, milyonlarca insanın belleğinden, kalbinden ve geleceğinden bir parçanın koparılmasıdır. Evler, okullar ve anıtlar yerle bir olurken, asıl yıkım insan ruhunda açılan derin yaradır. Bu topraklar fiziksel olarak işgal edilebilir, şehirler yerle bir olabilir ama asıl savaş, insanların umutlarını yitirmemesi için verilen savaştır. Barış, sadece savaşın yokluğu değil, aynı zamanda bu yaraları sarabilme, yeniden inşa edebilme ve geleceğe umutla bakabilme cesaretidir.

Tam da bu noktada, direnişin anlamı yeniden şekillenir. Direniş, sadece silahlı mücadele ya da siyasi bir karşı çıkış değildir. Asıl direniş, yıkımın en derin izlerini taşıyan topraklarda bile hayatın bir şekilde devam ettiğini göstermektir. Bir annenin çocuğuna masal anlatması, bir şairin şiir yazması, bir müzisyenin ezgi bestelemeye devam etmesi; bunlar, yok olmaya karşı verilen en güçlü ve en sarsılmaz yanıtlardır. Direniş, aynı zamanda kültürel bir eylemdir. Dilin, geleneklerin ve değerlerin sonraki nesillere aktarılması, bir ulusun yok olmasına karşı verilen sessiz ama güçlü bir savaştır.

Yıkıcı etkilerin en derininde bile bir tohum filizlenir. Bu tohum, ortak bir acının ve ortak bir geleceği inşa etme arzusunun sonucudur. Küllerinden doğan bir ulus, artık sadece geçmişin acılarına değil, aynı zamanda geleceğin umutlarına da tutunur. O artık yıkımın acı derslerini almış, ancak aynı zamanda direnişin ve yeniden var olmanın gücünü de keşfetmiştir. Bu, bir toplumun en sarsılmaz varoluş manifestosudur.

Unutmamalıyız ki, bir ülkenin gerçek varoluşu, tarih sayfalarında değil, o topraklarda yaşayan insanların birbirine duyduğu bağlılıkta, kültürel miraslarını yaşatma çabalarında ve geleceğe olan sarsılmaz inançlarında gizlidir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

Verified by MonsterInsights