Son dönemde iki ülke arasında tırmanan gerilim sosyal medya platformlarında binlerce bilgi akışına yol açtı. Ancak bu bilgi trafiğinin önemli bir kısmı teyide muhtaç ya da doğrudan manipülatif içerikler barındırıyor. Bir anda yayılan saldırı videoları, sahte telsiz konuşmaları, anonim kaynaklara dayandırılan askeri iddialar. Gerçeklik duygusu yerini yönlendirilmiş algılara bırakıyor.
Dezenformasyon, artık bu tür krizlerin parçası. Sahada yaşanan gelişmeler kadar, yaşanmadığı hâlde yaşanmış gibi gösterilen olaylar da kamuoyunu etkiliyor. İki ülkenin resmi açıklamaları bile çoğu zaman sosyal medya üzerinden yayılan bilgi kirliliğinin gölgesinde kalıyor. Bu durum, sadece taraf ülkeleri değil, bölge ülkelerini ve hatta küresel kamuoyunu da etkiliyor.
Yanıltıcı içeriklerin bir kısmı belli merkezlerden kasıtlı olarak üretiliyor. Ama büyük kısmı sıradan kullanıcılar tarafından farkında olunmadan yayılıyor. Bir görselin eski tarihe ait olması, bir videonun farklı bir bölgeden alınmış olması artık önemsenmiyor. İçeriğin etkili olması yeterli görülüyor. Bu da gerçeği ikinci plana itiyor.
İran-İsrail hattındaki bilgi savaşı sadece bugüne değil, geleceğe de zarar veriyor. İnsanlar bilgiye güvenmekte zorlanıyor, resmi açıklamalar bile sorgulanır hâle geliyor. Bu durum toplumsal güveni zedeliyor. Diplomatik süreçlerin işleyişini etkiliyor, uluslararası ilişkilerde belirsizlikleri artırıyor.
Bugün karşı karşıya kalınan tablo şunu gösteriyor: Dezenformasyon sadece bir haber sorunu değil, bir güvenlik meselesidir. Bilginin güvenilirliği, artık ülkelerin sınır güvenliği kadar önemlidir. Herkesin doğrulamadan paylaştığı her içerik, krizlerin büyümesine katkı sağlayabilir.
Bu nedenle, böylesine hassas bir jeopolitik ortamda bilgiye karşı duyarlılık göstermek hayati önemdedir. Savaşın dili değişmiş olabilir ama etkisi hâlâ yıkıcıdır. Silah yerine kullanılan yanlış bilgi, en az kurşun kadar zarar verebilir.