Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

10 KASIM: ANMAKTAN ANLAMAYA UZANAN FİKİR YOLCULUĞU

  Kalbimizdeki Sızı ve Işık Değerli okurlarım, Bugün, takvimler yine

 

Kalbimizdeki Sızı ve Işık

Değerli okurlarım,

Bugün, takvimler yine o hüzünlü ve anlamlı günü gösteriyor: 10 Kasım. Milletimizin yüreğinde hiç dinmeyen bir sızıya dönüşen, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının yıl dönümü. Her 10 Kasım, bir yokluğun derin kederini taşır; ancak bu tarih, aynı zamanda O’nun fikirlerinin, devrimlerinin ve bize bıraktığı muhteşem mirasın ne denli güçlü bir ışık olduğunu bir kez daha idrak ettiğimiz bir uyanış anıdır. Ben de bu köşemde, sadece O’nu anmakla kalmayıp, O’nu anlamaya uzanan o sonsuz yolculuğa çıkmak istiyorum. Zira O’nu kaybetmenin hüznü ne kadar derinse, O’nun fikirleriyle aydınlanmak ve O’nun izinde yürümek de o denli büyük bir gurur ve sorumluluktur.

Her 10 Kasım sabahı, saat 09.05’te çalınan sirenlerle birlikte bir milletin kalbi ortak bir hüzünle, ortak bir saygıyla durur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin yıl dönümü olan bu tarih, bizler için sadece bir matem günü değil; aynı zamanda bırakılan mirası idrak etme, kendimizi sorgulama ve sorumluluğumuzu yenileme günüdür.

  Zira Atatürk’ü anmak ile Atatürk’ü anlamak arasında derin bir fark vardır. Anmak, geçmişe dönük bir vefa borcudur; anlamak ise geleceğe yönelik bir sorumluluk ve aktif bir duruştur.

 

               Atatürk Fikrinin Kılavuzu: “Yüzümü Görmek Değildir”

Atatürk’ün bizlere bıraktığı en önemli vasiyet, kurduğu cumhuriyetin temel felsefesini özetleyen şu çarpıcı cümlede saklıdır: “Beni görmek demek, behemehal benim yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.”

Bu söz, 10 Kasım ritüellerinin ötesine geçmemizi emreder. O, kendisini bir ikona değil, bir fikir sistemi olarak görmemizi ister. Atatürk’ü anlamanın ilk adımı da bu fikir sisteminin özünü kavramaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık sebebini ve temel felsefesini oluşturan bu sarsılmaz fikir sisteminin ana hatlarına yakından bakalım.

  Akıl ve Bilim: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” düsturunu rehber edinerek, dogmanın ve hurafenin karşısında duran, rasyonel düşünceye dayalı bir toplumu inşa etme çabasıdır.

  Tam Bağımsızlık: Sadece siyasi değil, ekonomik, kültürel ve fikri olarak da başka hiçbir gücün vesayetini kabul etmemek.

  Millet Egemenliği: Ulusal iradenin mutlak üstünlüğünü esas alan, çağdaş ve demokratik bir yönetim biçimini (Cumhuriyet) kalıcılaştırmak.

***

     Edebiyat ve kültür adamı Nihad Sâmi  Banarlı’nın, Atatürk’ün “En zor inkılâp, musiki inkılâbıdır. Çünkü bunun için o milletin ruhunu değiştirmek gerekir.” sözüne dikkat çekmesi tesadüf değildir.

Bu söz, Atatürk’ün değişimi sadece yasalarda değil, toplumsal ruhun ve estetik anlayışının temelinde aradığını gösterir.

Zor olan, bir millete yeni bir kanun vermek değil, ona yeni bir düşünce biçimi, yeni bir sanat zevki, yeni bir hayat felsefesi vermektir. Atatürk’ü anlamak, ruhu değiştiren bu vizyonun kültürel boyutunu idrak etmektir. O, yeni bir devletle birlikte, yeni bir medeniyet ufku açmıştır.

          Bu büyük felsefenin ve ruhsal değişimin bekçiliği ise, bizzat Atatürk’ün kaleme aldığı Gençliğe Hitabe ile genç nesillere teslim edilmiştir. Hitabe, en çetin zorlukları, hatta iktidar sahiplerinin gaflet ve hıyanetini bile öngören bir vasiyetnamedir.

Bu vasiyet, gençliğe sadece bir miras değil, aynı zamanda koşulsuz bir görev yükler: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”

Bu, bir kurtarıcı beklemek değil, her bireyin kendisinin kurtarıcı olması demektir. Atatürk’ü anlayan genç; liyakati, özgür düşünceyi, bilimi ve vatan sevgisini en üstün değer kabul eden gençtir.

   Yarını İnşa Eden Sorumluluk

10 Kasım, bir anma gününden öte, milletçe yükselen yeni neslin, istikbalin kendisi olduğunu idrak ettiğimiz gündür. Atatürk, fani bedeninin bir gün aramızdan ayrılacağını biliyor, ancak fikirlerinin ve kurduğu kurumların, Türk Milleti’nin azmiyle ilelebet payidar kalacağına inanıyordu.

  Bize düşen görev, sirenlerin ardından sessizliğe bürünmek değil; o sessizliği, fikirlerini ve ilkelerini daha iyi anlamak için bir tefekkür anına dönüştürmektir. Atatürk’ü anlamak, Cumhuriyeti muhafaza ve müdafaa etme sorumluluğunu her gün yeniden yüklenmek demektir.

Atatürk’ü ve 10 Kasım’ı anlatan güzel sözlerden birini gelin , Nihat Sami Banarlı’nın yaşadığı olayla hatırlayalım.

O gün  takvimler, üzerindeki ağırlığı hiç eksilmeyen o hüzünlü tarihi gösteriyordu: 10 Kasım.

İşte o sabah, İstanbul’daki bir okulun sıralarında, geleceğin büyük adamları olan küçük öğrenciler de o tarifsiz acıyı soluyordu. Onlardan biri, henüz 11 yaşındaki Faruk Dursunoğlu’ydu.

Efsanevi edebiyat hocası Nihat Sami Banarlı, gözleri kızarmış, sesi titrek… Kürsünün başında duruyor ve öğrencilerine bir ödev veriyordu: “Atatürk’ü yazın.”

Küçücük zihinler, ne yazacağını bilemez halde kağıdın beyazlığına bakıyordu. Kahramanlık destanları, nutuklar, inkılaplar… Hepsi anlamını yitirmişti. Çünkü o koca çınar, artık yoktu. Ülke, bir yetimhaneye dönmüştü sanki.

Faruk, eline kalemi aldı. Gözyaşları, mürekkebi dağıtırken, koca bir milletin hissettiği o devasa boşluğu, o büyük kayıp hissini tek bir çırpıda yazıp bitirdi. O kadar kısa, o kadar vurucu bir cümleydi ki… Haftalar sonra kompozisyonları okuyan Banarlı Hoca, o satıra geldiğinde ne yapacağını şaşırdı. Durdu, kâğıdı göğsüne bastırdı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.

Faruk’un kalemi, koskoca bir destanı, bir ulusun kederini ve umudunu tek bir kalıbın içine sığdırmıştı:

      “Atatürk öldü, güneş doğarken ve batarken”

  Bu, sadece bir ölüm haberi değildi. Bu, küçük bir çocuğun, koca bir kahramanı anlatma biçimiydi. Ölümünün, gökyüzünün bile rengini değiştirecek kadar büyük bir olay olduğunu, ancak kurduğu eserin (Cumhuriyetin), bir sabah güneşi gibi her gün yeniden doğacağını sezen bir ruhun feryadıydı.

  O tek cümle, bize şunu ifade eder: Atatürk, bedenen aramızdan ayrılmış olabilir; ama onun fikirleri, felsefesi ve cumhuriyeti; tıpkı gezegenimizin döngüsü gibi, her sabah yeni bir ışıkla bu toprakları aydınlatmaya devam edecektir.

Sevgili okuyucularım, bugün 10 Kasım. Gelin, o günkü acının büyüklüğünü unutmayalım. Ama en önemlisi, o küçücük çocuğun kâğıda döktüğü o sonsuz umudu hatırlayalım.

    1938’de batan o güneş, aslında hiç batmadı. Her yeni güne, O’nun devrimlerinin aydınlığıyla uyanıyoruz. Biz var oldukça, O, güneş doğarken ve batarken, daima bizimle olacak. 

Sağlıcakla Kalın…

Hayatı Engelsiz Sayın!

 

Verified by MonsterInsights